05 Temmuz 2011

Aleksandr Soljenitsin "Ivan Denisoviç'in Bir Günü"







SOLJENİTSİN ve STALİN



Bazı kitapların yayımlanış hikâyeleri, kitabın kendinden fazla ün kazanır. Eseri okumayanlar bile suçlanma, yasaklanma, toplatılma sürecini bilirler bu kitapların. Aleksandr Soljenitsin’in Ivan Denisoviç’in Bir Günü adlı eseri de hikâyesiyle ünlü olmuş böylesi bir kitaptır. Bir dönem yalnızca Sovyetler Birliği’nde değil, tüm dünyada ateşli tartışmalara neden olmuş ve kısa zamanda yazarın dünya çapında ün kazanmasına yaramıştı.

Ivan Denisoviç’in Bir Günü’nde Aleksandr Soljenitsin kendi yaşadığı, çok iyi bildiği toplama kamplarından birini anlatır. Roman kahramanı Ivan Denisoviç 1941 yılında, İkinci Dünya Savaşı’nda, Almanların eline esir düşmüş fakat sonra düşmanın elinden kaçmayı başarmış bir askerdir. Kaybolmuş halde ormanda bulunduğunda Alman ajanı olma ihtimali karşısında gözaltına alınır ve sürgüne gönderilir. Romanın anlattığı 1951 yılında artık savaş bitmiş, Almanya çoktan savaşı kaybetmiştir ama Ivan Denisoviç geçen on yıl içinde hâlâ aklanmamış ve cezasını çekmeye devam etmektedir. Çalışma kampındaki diğer suçlular da neden buraya atıldıklarını hatırlamayacak kadar uzun zamandır cezalarını çekmektedirler. Gopçik adlı genç çocuk, Sovyet yönetimine başkaldıran bir çetenin üyelerine süt götürdüğü için; sinema yönetmeni Sezar, henüz tamamlamadığı ilk filmi yüzünden; Kolbaşı Tiyurin, babası toprak ağası olduğu için; Ukraynalı Alyoşka ise, diğer Baptist kilise üyeleri gibi, dua ettiği için on yıl hapis cezasına çarptırılmıştır.

Soljenitsin, Ivan Denisoviç’in Bir Günü’nde, acımasız yaşama ve çalışma koşullarını anlatıyor. Roman, eksi otuz derecelerde bir kış günü, saat sabahın beşinde bölüğün uyandırılmasıyla başlıyor. Mahkumlar gün boyu birkaç kaşık lapa, çorba ve ekmek dışında bir şey yemeden saatlerce soğukta çalıştırılıyorlar. Birbirleriyle konuşmaları yasaklanıyor ve buna uymayanlar hücre hapsine yollanıyor. Mahkûmların kamptan kaçmalarını engellemek için düşünülmüş formül ise çok az yiyecek vererek besin yedeklemelerine engel olmak ve fazla giysilerine el koymak; böylece Sibirya soğuğunda birkaç saat dayanamayacaklarını bilen mahkûmlar kaçmaya yeltenmiyorlar. Bu soğukta ısınmak için yapabilecekleri tek şey, çalışmak. Bazen saatlerce sert toprağa küreklerini vurmak dışında bir şey yapmadıkları oluyor, çoğu zaman yapılan işlerin gereksiz olduğunun farkındalar, ancak dayak yememek ve üşümemek için emirlere uyuyorlar. Gün bittiğinde fiziksel yorgunlukları fazla olduğu için, yataklarına girer girmez uyuyorlar.

“Çalışma kampı” olarak adlandırılsa da, hapishaneden farklı değil. Bütün hapishanelerde olduğu gibi burada da ilk amaç, mahkûmların kişiliklerini yitirmelerini sağlamak. Bunun için, isim yerine rakam kullanılıyor; örneğin Ivan Denisoviç, Ş-854 olarak biliniyor. Giysilerinin üzerinde ve şapkasında bu rakam yazıyor. Kişiye özgü giysi de kampta aynı nedenden dolayı yasak. Mahkumların yabancılaşıp, güven ve dostluk bağı kurulmaması için ise, gammazlamaya ödül veriliyor.

Romanın en önemli teması, korkunç şartlar altında bile insanlığın korunması. Bazı mahkumlar insanlıklarını kaybetmemek için büyük çaba harcıyorlar. Buna en iyi örnek Ivan Denisoviç’in soğuğa ya da açlığına yenik düşmeden, her seferinde yemek yerken şapkasını çıkarması. Bunu, insanlık dışı davranışa karşı bir iç direniş olarak yapıyor ve haysiyetini kaybetmemek için harcadığı çabayı görünür kılıyor. Ayrıca, kimseye bir şey için yalvarmak istemiyor. Bunlar elbette çevresindeki despotların anlamayacakları denli sembolik davranışlar fakat sonunda Ivan bu sayede aklını (ve haysiyetini) koruyor. Yazar bu temayı farklı motiflerle, bazen bir karakterin basit bir objeye tutunması şeklinde gösteriyor. Örneğin Ivan için çorabının içinde sakladığı kaşık bu anlama geliyor. Metali eğerek yaptığı kaşık, onun sahip olduğu en değerli varlık. Hem yasaklanmış bir objeyi bedeninde taşımanın verdiği başkaldırı duygusu hem de kendi yaptığı, hiçten var ettiği bir şeye sahip olmanın verdiği duyguyla taşıyor kaşığını.

Eksi 30 Derecede Yaşam

Romanda sıkça kullanılan bir başka motif soğuk. Sabah üşüyerek uyanan ve gün boyu soğukta çalışan mahkumları adeta kuşatan bir varlık olarak görmeye başlıyoruz soğuğu. Bu durumda kamptan kaçmalarını engelleyen sadece koca duvarlar ve gözcüler değil, aynı zamanda dondurucu soğuk. Bir bakıma doğa tarafından da hapsedilmiş durumdalar. Aşırı soğuk, kaçmalarını engellediği gibi, hepsini çalışma zorunda bırakıyor.

Roman ilk satırdan başlayarak bir ortam yaratıyor: iki parmak buz tutmuş pencereler, pislik ve orman yasalarının hüküm sürdüğü ilişkiler. Bu üç motif roman boyunca defalarca çeşitlemeler halinde tekrarlanıyor. Aslında ne denli kirli, soğuk ve adaletsiz bir ortamda yaşam sürüldüğünü anladıktan sonra, roman hep aynı satırları tekrar ediyor hissi veriyor. Aleksandr Soljenitsin benzer sürgün şartları altında uzun yıllar yaşamış biri olarak, günlük rutini eksiksiz anlatıyor. Roman yirmi dört saatten az bir zaman diliminde geçiyor fakat geri dönüşlerle buradaki birçok mahkumun hayat hikayesi ve portresi çıkıyor ortaya.

Ivan Denisoviç’in Bir Günü 1962 yılında yayımlandığında Sovyetler Birliği’nde olay yaratmıştı. Aslında on yıl kadar önce böyle bir kitabın yazılması yazarını idama götürebilirdi fakat yeni Sovyet yönetimi, Stalin’in ölümü ardından devletteki yumuşamanın göstergesi olarak yayımlanmasına izin verilmişti. Yine de beklenenden fazla ilgi gören kitap kısa zamanda yasaklandı ve toplatıldı. Bundan sonra kitabın çoğaltılmış kopyaları ABD ve Avrupa ülkelerine ulaştı ve Sovyet karşıtı metin olarak Batıda ilgi görmeye başladı. Soljenitsin ise ülkesini küçük düşürdüğü için suçlanmış, yazdıkları yasaklanmıştı. 1970’de verilen Nobel Edebiyat Ödülü’nü dört yıl sonra almaya gittiğinde yaptığı konuşmada, kitabını erken ortaya çıkardığını, henüz hazır olmayan bir ortamda sadece gerginliği arttırdığını ve baskıya çoğalttığını ancak şimdi fark ettiğini söyleyecekti.

İncil’e Gönderme

Romanda Soljenitsin birkaç metne gönderme yapıyor, bunlardan biri doğrudan İncil’e yapılıyor. İsa’nın “Öyleyse Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tanrı’nın hakkını Tanrı’ya verin” (Matta 22) sözlerini, kamptaki varlıklı Sezar karakterine ailesinden büyükçe paket geldiğinde aklımıza düşürüyor. İçinde tütün, salam, kurabiyeler bulunan bu paketlerin kamp içindeki yoksulluk göz önüne getirildiğinde eşitsizlik hatta kıskançlık yaratacağı düşünülür. Oysa ne Ivan Denisoviç ne de diğerleri Sezar’ı kıskanırlar. Yazar “Sezar’ın payı” sözleriyle bu çağrışımı yapar. Romandaki ikinci gönderme Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler adlı eserine yapılır. Romanın özellikle sonlarında netleşen Alyoşka karakteri, Dostoyevski’nin ünlü Alyoşa’sını akla getirir. Karamazov Kardeşler’in mutlu bir sonla bitmesine, gelecek nesillere umut taşımasına neden olan Alyoşa gibi bu roman da yükselmiş bir duyguyla sonlanır. Alyoşa’nın tüm kötü duygulardan arınmış, hırs ve kıskançlık taşımadan dua etmeye davet etmesi, roman boyunca ezilen karakterlerin başarısı ya da üstünlüğü olarak hissediliyor.

Aradan yıllar geçtikten sonra bu romanı yeni bir gözle okumak bana çok önemli geldi. Bazı romanların efsaneleşen hikayelerini bir kenara bırakarak, salt edebi değerini görmeye çalışmak zor olsa da, mutlaka yapılmalı. Şimdi söyleyebiliriz ki, Soljenitsin’in bu romanı onca politik karmaşa etrafında dönmese belki bu ilgiyi görmezdi. Betimlemeler ve klişeleriyle yer yer basitleşen anlatısı ve daha görkemli bir zirve beklentisi yaratması, okurda hayalkırıklığı yaratabiliyor. Yine de bir dönemin yazarlar üzerindeki siyasi baskıyı anlamak için okunması gereken bir roman.

IVAN DENİSOVİÇ’İN BİR GÜNÜ / Aleksandr Soljenitsin / Çeviri: Mehmet Özgül / İletişim Yayınları, 2011


(Bu yazı Radikal Kitap ekinin 8 Nisan sayısında yayımlandı.)

Hiç yorum yok: